KURAK GÜNLER
Emin Alper sineması tekinsizliklerle çeşitlenen ‘‘insan kendi düşmanını yaratır’’ düşüncesine sahiptir benim nazarımda. Ayrıca bu yaratım süreci kişinin yanı başındaki gerçek düşmanı görmezden gelip menfaatleri doğrultusunda yeni bir düşman arayışına sürüklenişlerini beraberinde getirir. Yönetmenin Tepenin Ardı ve Abluka filmleri bu tarz kafa karışıklıklarına sahip karakterlerle ilerliyordu ancak Kurak Günler tamamen bu yapı üzerine kurulmuş.
İlk üç filminde çoğunlukla zamansız bir dönem anlatısı gerçekleştiren yönetmen Kurak Günler’de ise sanki çok daha yakın, hatta içerisinde olduğumuz bir zaman tercih etmiş gibi. Su sorunu yaşayan Yanıklar kasabasına yeni gelmiş bir savcı üzerinden ilerleyen hikaye, küçük yerde yaşama sorunsalıyla başlayıp gittikçe tekinsizlik hali alarak gelişen toplumsal iletişim kopukluğunu perdeye yansıtarak artık ne yazık ki alışılmaya başlanan bir Türkiye profili çiziyor.
Büyük olasılıkla ilk hizmet görevinde olan Savcı Emre (Selahattin Paşalı) , Yanıklar kasabasının su sorununa yoğunlaşırken aynı zamanda kasaba halkıyla da iletişim kurmaya başlar. Bu iletişim süreci Savcı’nın esas problemin halk ile doğrudan alakalı oluşunu keşfetmesiyle şekillenir. Bu hususta yönetmenin karakter betimlerinin hikayedeki vurguları sağlamada muazzam olduğunu söyleyebilirim. Nitekim Savcı ile birlikte belediye başkanının oğlu Şahin (Erol Babaoğlu) ile başlayıp gittikçe genişleyen çatışma halleri soğuk savaşın daha somut bir hal almasını sağlıyor.
Sürekli şikayet alsa da her seçim döneminde başkanlığını sürdüren bir politikacı, babasının referansını güç olarak kullanan işgüzar bir avukat, suç ortağı bir diş hekimi, kasabada yankı uyandıran ve pek sevilmeyen bir gazeteci ve haksızlığa uğradığı apaçık ortada olsa da görmezden gelinen insanlar… Her biri aslında sosyal medya başta olmak üzere birçok haber platformunda karşımıza çıkma olasılığı bulunan insanlar ve olaylar. Keza Emin Alper de oluşturduğu bu dünyada ülkenin son çeyreğindeki bizi bize anlatmış…
Filmin belli noktalarında seyirciye ufak nefes alışlar tanınmış. Burada yönetmenin bilinçli olarak böyle durağanlıklar tercih ettiği düşüncesindeyim. Keza bölümlere ayrılarak ilerleyiş gösteren olay örgüsü, gerginliğin esas toplumsal problemden sapıp insanların inanmak isteyeceği gerçekdışı manzaraya doğru ilerleyişleri açısından bu duraksamalar iyi bir formüle dönüşüyor.
Dünya prömiyerini geçtiğimiz Mayıs ayında Cannes Film Festivali’nde yapan yapım, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden de 9 ödülle dönmeyi başardı. Özellikle oyunculuklarıyla muazzam bir etki oluşturan filmde Selahattin Paşalı gerçekten de sinemamızın gelecek dönemleri için ne denli önemli bir aktör olacağını gösteren bir performans ortaya koymuş. Ancak en az Paşalı kadar hikayede etkisi olan Şahin karakterini canlandıran Erol Babaoğlu için de ayrı bir parantez açmak isterim. Yıllardır komedi, mafya, dram ve festival filmlerinde irili ufaklı roller alan oyuncunun sonunda esas potansiyelini özgürce yansıtabileceği bir rolle buluştuğunu görmek beni fazlasıyla mutlu etti. Zira bu iki ismin yanında hikayede önemli noktalarda duran Ekin Koç ve Erdem Şenocak’ın karakterleri de filmin yansıtmak istediği toplumsal dönüşüm meselesinin aktarımında yardımcı oluyorlar.
Uzun zamandır içinde yaşadığımız ülkeye bu denli gerçekçi bir ayna tutan film görmemiştim. Kurak Günler bu yönü başta olmak üzere ilk sahne itibariyle benimsetmiş olduğu gerçekçi diliyle Türkiye sinemasına ihtiyaç duyduğu ışığı saçan film oluyor! Yönetmenin gittikçe geliştirdiği filmografisinde asla görmezden gelinemeyecek türde bir ustalık eseri.
1989 Kocaeli doğumlu. Lunaparkta çalıştı. Bir dönem fotoğrafçılıkla ilgilendikten sonra sinema yazıları yazmaya başladı. 2016’da Esin Erden’le yazdıkları ilk çocuk kitabı “Zürafa’nın Benekleri” YKY’den çıktı. Şu sıralar metin yazarlığının yanı sıra Episode Dergi’de yazıyor.